14 Şubat 2013 Perşembe

El Sanatları

El Sanatları insanoğlu var olduğundan beri tabiat şartlarına bağlı olarak ortaya çıkmıştır.İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak, örtünmek ve korunmak amacı ile ilk örneklerini vermiştir.Daha sonra gelişerek çevre şartlarına göre değişimler gösteren el sanatları, ortaya çıktığı toplumun duygularını, sanatsal beğenilerini ve kültürel özelliklerini yansıtır hale gelerek "geleneksel" vasfı kazanmıştır.
El sanatlarımızın zarif örneklerinden olan oyalar; süslemek, süslenmek amacından başka taşıdıkları anlamlarla bir iletişim aracı olarak da kullanılmaktadır.Günümüzde Anadolu'da tığ, iğne, mekik, firkete / filkete gibi araçlarla yapılan oyaların ya bordür ya da bir motif olarak tasarlanmış olanları, kullanılan araç doğrultusunda ve tekniklerine göre değişik adlar almaktadır.Bunlar; iğne, tığ, mekik, firkete / filkete, koza, yün, mum, boncuk ve kumaş artığı olarak sıralanabilir.Kastamonu, Konya, Elazığ, Bursa, Bitlis, Gaziantep, İzmir, Ankara, Bolu, Kahramanmaraş, Aydın, İçel, Tokat, Kütahya gibi şehirlerimizde daha yoğun olarak yapılmakta, ancak eski önemini kaybederek çeyiz sandıklarında varlığını korumaya çalışmaktadır.
Geleneksel kıyafetlerle birlikte kullanılan oyalarımızın yanı sıra takılarda dikkat çekici aksesuarlardandır. Anadolu'da yaşamış tüm uygarlıklar değerli ve yarı değerli taşlarla metalle birlikte veya ayrı işleyerek sanatsal nitelikli eserler üretmişlerdir.Selçuklularla birlikte gelen değişik üslupların en önemlisi Türkmen takılarıdır.Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise imparatorluğun gelişimine paralel olarak mücevhercilik önem kazanmıştır.
Anadolu'da Tunç Çağında bakır, kalay katılarak tuncun elde edilmesinden sonraki dönemlerde bakır, altın, gümüş gibi madenler de dövme ve dökme tekniğiyle işlenmişlerdir.En çok kullanılan maden bakırdır.Maden işçiliğinde dövme, telkari, kazıma (kalemkar), çekiç işi kakma, küftgani, savatlama, ajur kesme gibi teknikler kullanılmaktadır.

NAR -Bolluk bereketin simgesi-

Eski Mısır`da nar, din adamları tarafından kutsal sayılmış ve motif olarak kullanılmıştır. Mimari figürlerde de nar işlemelerine rastlanır. Bazı toplumlarda nar tanelerinin yaşam sembolü olduğuna da inanılır.
http://kedisanatgalerisi.blogspot.com/
Çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane bilmecesine yanıt getiren narın bereketini bu atasözünden başka hiçbir ifade bu kadar net anlatamaz... Bereket, birin bin olması halidir. Başka bir deyişle binin gücüyle yapılabilinecek işlerin, birin gücüyle yapılabilmesidir.

Nar bir meyve olmasının çok daha ötesinde; rüya tabirlerinden kök boyaya, bilmecelerden sembollere kadar pek çok alanda yaşam bulmuştur. Nar, gizli öğretilerin kapılarını açabilecek kadar derin bir manaya sahiptir. Tabii bu noktada düşünenler için çok derin bilgiler vardır. Epistemolojik olarak narın açılımı, incir ve üzüm gibi tek köke bağlı, çok taneli bitkiler bereket anlamını destekler niteliktedir. 

Eski Mısır`da nar, din adamları tarafından kutsal sayılmış ve motif olarak kullanılmıştır. Mimari figürlerde de nar işlemelerine rastlanır. Bazı toplumlarda nar tanelerinin yaşam sembolü olduğuna da inanılır.

Antik Yunan`dan, semavi dinlerin sonuncusu olan İslamiyet`e (Rahman Suresi) kadar tüm yaşayan ve yok olmuş inanış ve toplumsal kültlerde narı görmekteyiz. 

Nar, sembolik bir meyvedir. Anadolu`da kullanıldığı alanlarda bereketi temsil eder. Ayrıca dönemin bereket tanrıçası olarak ifade edilen kült hangisi ise (Kybele ve diğerleri), onun elinde ya da etrafında nar figürüne yer verilir. Nar ayrıca doğumu, çoğalmayı da temsil eder. 

Anadolu`da birçok inanç ve adetin konusu olmuştur. Anadolu geleneklerinde evin içinde nar patlatmak vardır. Yere atılan nar parçalanıp taneleri dağılır. Böylelikle eve bereket getireceğine inanılır.

Osmanlı kültüründe; nar, sevilen kıza gönderilerek evlenme teklif edilir. "Şu gelen yar olaydı, elinde nar olaydı" türkü sözüyle ifade edilen durum da bu geleneğe ilişkin bilgilerimizi desteklemektedir. 

Günümüz verileriyle ispatlanmış olarak nar kalbe güç vermektedir. Rengi itibariyle de kalbi andıran nar, bağışıklık sistemini de güçlendirmektedir. 

Nar Farsça`da ateş anlamına gelmektedir. Aşkın tecelli bulduğu yer olarak kalbe baktığımızda bu sefer tasavvuf manalarına doğru yola çıkarız. 

Kısacası nar dediğimizde bilgi açısından da bereket dolu bir denize doğru yelken açmış oluyoruz. Her nefsin nar bereketiyle bilgilenmesi dileğiyle.
Yazan: Elif Oktav Erdemli/bollukbereket.com

Galata kulesi


Galata Kulesinin ne zaman yapıldığı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, Kulenin İsa’dan sonra 507 yılında imparator Lustinianos zamanında inşa edildiği iddia edilmektedir. Aynı zamanda Cenevizliler tarafından İsa Kulesi, Bizanslılar tarafından Büyük Kule olarak anılan yapıya, günümüz dekine yakın şeklini, 1348 yılında Cenevizliler vermiştir. 1509 depreminde büyük zarar gören Kule, devrin ünlü Osmanlı mimarı Hayrettin tarafından onarılmıştır. Ayrıca; Kule, Kanuni Dönemi’nde Kasım paşa Tersanesinde çalıştırılan mahkum işçiler için hapishane olarak da kullanılmıştır.16 yy.ın sonlarında ise; müneccimbaşısı Takıyeddin Efendi, Kulenin tepesine bir rasathane kurmuştur. Bir dönem bu şekilde kullanılan Galata Kulesi, 3. Murat tarafından kapatılır ve Kule tekrardan hapishaneye dönüştürülür.
 
4. Murat zamanında 1638 yılında; Hezarfen Ahmet Çelebi, kollarına kanat takarak, Galata Kulesinden Üsküdar’ a o meşhur uçuşunu gerçekleştirir. 17 yy. a doğru mehterhane takımına ev sahipliği de yapan Kule; 1717den sonra artan İstanbul yangınlarıyla baş edebilmek için yangın gözetleme kulesi olarak da kullanılmıştır. Ama ne yazıktır ki Kule 1794 senesi kendisi de yanmaktan kurtulamamıştır.

Üçüncü Selim zamanında; Galata Kulesi onarıldıktan sonra, Kulenin üst katına bir cumba eklenir.1831’de kule bir yangın daha geçirir. Bu sefer 2. Mahmut; Kulenin üzerine iki kat daha çıkar ve külah biçiminde olan ünlü dam örtüsüyle Kulenin tepesi kapatılır. O dönem onarımla alakalı olarak, Pertev Paşa’ nın bir de yazıtı Kule’ye yerleştirilir. 1875 yılında kuvvetli bir fırtınadan sonra, Kulenin tepesindeki külahımsı çatı uçar ve daha sonra 1960 yılında tekrardan onarılır. Günümüzde, Kule özel bir şirket tarafından sadece turistik amaçlı işletilmektedir. 7 katı asansörle, 2 katı da yürüyerek çıkıp, Kulenin en üst katındaki restoranın içinden geçtikten sonra, Kuleyi çepeçevre saran balkona ulaşılır. Bu balkonun sunduğu İstanbul ve Boğaziçi'
ni izlemeye doyum olmuyor.

Günümüzde Galata Kulesi’nin yüksekliği 66,90 metre, dış çapı 16.45 metre, iç çapı ise 8.95 metredir. Duvar kalınlığı da  3.75 metre civarındadır.    

Semazenler


Semazen tasavvuf dergahında sema yapan kişiye verilen bir addır.

Semazen üstündeki siyah hırkayı çıkararak, sembolik olarak, hakikate doğar kollarını bağlayarak bir rakamını temsil eder. Böylece
Allah'ın birliğine şehadet eder.
Semazenler tek tek şeyh efendinin elini öperek izin alır ve sema'a başlarlar.
Sema', her birine “selam” adı verilen dört bölümden oluşur ve semazen başı tarafından idare edilir. Semazenbaşı, semazenlerin dönüşlerini kontrol ederek intizamı temin eder.
I. Selam, insanın kendi kulluğunu idrak etmesidir.
II. Selam, Allah'ın büyüklüğü ve kudreti karşısında hayranlık duymayı ifade eder.
III. Selam bu hayranlık duygusunun aşka dönüşmesidir.
IV.Selam ise insanın yaratılıştaki vazifesine yani kulluğa dönüşüdür. Çünkü İslam' da en yüce makam, kulluktur.
IV.Selam'ın başlaması ile “postnişin” yani şeyh efendi de hırkasını çıkarmadan ve kollarını açmadan sema'  ya  girer. Postundan sema' meydanının ortasına kadar dönerek gelir ve yine dönerek postuna gider. Buna “Post Sema'ı” denir.
Bu arada IV. Selam bitmiş, Son Peşrev ve Son Yürük semai çalınmış, son taksim yapılmaktadır.
Şeyhin posttaki yerini almasıyla Son Taksim de sona erer ve Kur'an-ı Kerim'den bir bölüm yani “Aşr-ı Şerif” okunur. Son dualar, Allah'ın adı olan “Hu” nidaları ile son selamlaşmalarla Sema' Töreni sona erer. Şeyh Efendi'den sonra semazenler ve mutrıp da şeyh postunu selamlayıp semahaneyi terk ederler..