31 Aralık 2013 Salı

2015 mutlulukla geliyor...


5 Eylül 2013 Perşembe

İstiklal Caddesi/Tünel/Tramway

İSTİKLAL CADDESİ/TÜNEL/TRAMWAY
Şehir içi toplu taşımanın en önemli unsurları arasında yer alan tramvaylar, 1852'de Amerika'da (Brodway), 1855'de Fransa'da (Paris) ve giderek diğer Avrupa şehirlerinde de kullanılmaya başlandı.
İstanbul’da tramvay inşaatı Kostantin Karapano Efendi'ye verilen imtiyaz neticesinde gerçekleşti ve ilk hat 31 Temmuz 1871 tarihinde Azapkapı-Beşiktaş arasında, Tophane’de yapılan törenle hizmete açıldı. 30 Ağustos 1869 tarihli "Dersaadet’de Tramvay ve Tesis İnşaası’na Dair Sözleşme” ile İstanbul caddelerinde yolcu ve eşya taşımacılığı için demiryolu yapılarak hayvanların çektiği araba işletmeciliği, 40 yıl süreyle Karapano Efendi’nin kurduğu "İstanbul Tramvay Şirketi’ ne verildi. İlerleyen yıllarda faaliyet alanı genişleyen şirket, 1881’den itibaren ‘Dersaadet Tramvay Şirketi’ olarak anılmaya başlandı.   
İlk atlı tramvaylardan Azapkapı-Beşiktaş arasında kurulurken bu hat daha sonra Ortaköy’e uzatıldı. Ardından Eminönü-Aksaray, Aksaray-Yedikule ve Aksaray-Topkapı hatları açılarak ilk işletme yılında 430 at kullanılarak 4,5 milyon yolcu karşılığında 53 bin lira gelir elde edildi. Daha sonraları Voyvoda’dan Kabristan Sokağı –Tepebaşı-Taksim-Pangaltı-Şişli, Bayezid-Şehzadebaşı, Fatih-Edirnekapı-Galatasaray-Tünel ve Eminönü-Bahçekapı hatları açıldı. 
Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde çalışmaya başlayan atlı tramvaylar daha sonra imparatorluğun büyük şehirlerinde de kurularak önce Selanik daha sonra Şam, Bağdat, İzmir ve Konya’da işletmeye açıldı. 1880 yılında tramvaylarda durak uygulamasına geçildi. Daha önce yolcunun istediği yerde duruyor, bu da hızını yavaşlatıyordu. 1883 yılında Galata, Tepebaşı ve Cadde-i Kebir’e (İstiklal Caddesi'ne tramvay hattı döşendi. 1911 yılında Beşiktaş, 1912 yılında ise Şişli tramvay depoları açıldı. 1912 yılında Balkan Harbi’nin başlaması üzerine İstanbul Tramvay Şirketi’ne ait tüm atlar (430 adet) 30 bin liraya satın alınınca İstanbul bir yıl süreyle tramvaysız kaldı. İki yıl sonra Birinci Dünya Savaşının başlaması üzerine bu sefer de İstanbul’da ulaşım sekiz ay süreyle durdu.
İstanbul’da toplu ulaşımın miladı sayılan, yayaları uyarmak için elindeki borazanıyla (nefir) varda (kenara çekilin) diyerek yayaları uyarmak için atların önünde koşarak giden vardacılarıyla ünlü atlı tramvayların işletmeciliğine 1914 yılında son verildi. Böylece 45 yıl süren atlı tramvay serüveni de son buldu. 1913 yılında Türkiye’nin ilk elektrik fabrikası Silahtarağa’da kurularak 11 Şubat 1914 tarihinde tramvay şebekesine ilk cereyan verilmek suretiyle elektrikli tramvay işletmeciliğine geçildi.  1933 yılında Cumhuriyet’in 10. yıl kutlama törenleri için Atatürk’ün doğdun verdiği emirle, İstanbul’da tramvay ve otobüs filosu (320 tramvay+4 otobüs) eksiksiz olarak sefere verildi. Tramvay İşletmesi 16 Haziran 1939 tarihinde millileştirilerek 3645 sayılı yasa uyarınca İETT İşletmeleri Umumum Müdürlüğü’ne bağlandı. 1955 yılında Anadolu Yakası Üsküdar ve Havalisi Tramvay İşletmesi (Üsküdar - Kadıköy Halk Tramvayları Şirketi) tüm tesisleriyle İETT’ye devredildi. Şehrin her iki yakasında elli yıl süreyle hizmet veren elektrikli tramvaylar, şehrin sürekli artan hızına ayak uyduramadıkları gerekçesiyle 12 Ağustos 1961 tarihinde Avrupa Yakasında, 14 Kasım 1966’da ise Anadolu Yakasında son seferine çıkarak yolcularına hüzünle veda etti. Yerine troleybüsler devreye alındı.
1989 yılında müzede bulunan eski vagonların restore edilmesi suretiyle elektrikli tramvayın sembolik bir hatta nostaljik amaçlı olarak yeniden hizmete girmesi gündeme geldi. Bunun için de en uygun yer olarak yayalaştırma çalışmaları süren İstiklal Caddesi uygun görüldü. Böylece bugünkü nostaljik tramvay Taksim-Tünel hattında işlemeye başladı. Kırmızı-beyaz rengi ve orijinal haliyle kısa sürede benimsenen nostaljik tramvay, sadece İstiklal Caddesi ve Beyoğlu’nun değil İstanbul, hatta Türkiye’nin simgesi haline geldi.
kaynak : iett.gov.tr


12 Temmuz 2013 Cuma

Nar ve kadın bolluk ve berekettir.

Kadın ; güzelliktir, asalet, zerafettir, güçtür kadın, renktir, bolluk berekettir.

Anadolu köylü kadınları üreten kadınlardır. Onlar tarla da bağda bahçede evde her an bir şeylerle  meşguldürler. Onlar "nar" gibi baktığınızda tekdir ancak aslında bir çok taneden oluşurlar. Evlat, eş, arkadaş, dost, Anne, aşçı  ve daha bir çok ismi var Anadoluda kadının . Akşam günün yorgunluğunu elinde harikalar yarattığı doğanın güzellikleri ile işlediği oyalarında bırakır ve yeni güne başlamak için huzurla yumar gözlerini. Nakış nakış işler hayatı Anadolunun kadını bambaşkadır rengarenktir,onun tüm renkliliğini başındaki yemeni sinden ,kolyesinde ki incelikten , duruşundaki asaletten anlarsınız.



13 Mayıs 2013 Pazartesi

Kelebekler


Kelebeğin asla bir şey yemediğini belki duymuşsunuzdur.Bu söz,sadece bazı kelebekler için geçerlidir. Bir tırtılın nasıl kelebek olduğunun hikayesi, sonradan kelebeğin hiç bir şey yemeyişinin nedenini yeterince açıklayabilir sanıyoruz.
Dişi kelebek hayatı süresinde, 100 ile birkaç bin arasında yumurta yumurtlar. Yumurtalarım yakınında bıraktığı bitki konusunda son derece titizdir. Bu bitki, onun soyunun devamı bakımından yararlı olacaktır. Belirli bir çevrede böyle bir bitkiden sadece bir tek olması bile dişi kelebeğe yeter.Yumurtalarını oraya, o bitkinin yakınına bırakır.
Yumurtalar açıldığı zaman, küçük, solucana benzeyen ,”tırtıl larvası” diye tanımlanan hayvancıklar çıkar. Başlangıçta, bunlar beslenerek büyürler. Birkaç kez deri (kılıf-gömlek) değiştirirler. Bu arada hiç durmaksızın yerler. Çünkü aldıkları besin sadece büyümelerini sağlamakla kalmayacak ,kelebek oldukları zaman varlıklarını sürdürebilmeleri için depo da edilecektir. Zamanla, alınan besin sayesinde kanatlar, bacaklar, emme boruları oluşur. Tırtıl,kelebek haline gelir.
Belirli bir zaman gelip çattığında, tırtıl değişme anının da geldiğini sezinler. Bu sezinleme,bir nevi içgüdüyle olur. Asılıp sarkacağı bir koza örer. Baş aşağı asılır ve tırtıl derisinden sıyrılıp bir “krizalid” halini alır.Krizalid,ipekten bir düğme izlenimi veren kozaya, vücudunun nihayetindeki keskin bir uçla asılıdır.
Krizalid haftalarca veya aylarca uykuda kalabilir. Bu süre, içten bir değişim geçirmektedir. Zamanı gelince,artık tam anlamıyla yetişkin bir böcek olup çıkmıştır. Krizalid kabuğundan çıkınca bir kelebek görünüşündedir ama, başlangıçta hemen uçamaz. Kanatlarının kuruyup yayılması, güçlenmesi için oturup saatlerce bekler. Uçuşa hazır olup olmadığını anlamak amacıyla ,kanatlarını hafif hafif öne arkaya hareket ettirir. Başka türlü söylemek gerekirse,uçuş kontrolü yapan bir uçak durumundadır. Sonra ilk uçuş için kanatlarını açarak havalanır.

VAV !

Vav!

İnsan vav şeklinde doğar, bir ara doğrulunca kendini elif sanır.

İnsan iki büklüm yaşar, oysa en doğru olduğu gün ölmüştür.

Kulluğun manası vavdadır, elif uluhiyetin ve ehadiyetin simgesidir.

O yüzden Lafz-ı ilahi elifle başlar. Elif kainatın anahtarıdır, vav kainattır.

Rabbi vav gibi mütevazı olsun ister kulları.

Musa dal olmuştur ama Firavunun gözü Elifte kalmıştır.

İbrahim ateşte vavdır, Nemrut bizzat ateşe odun.

Yunus, vav olup balığın karnında anca kurtarmıştır kendini.

İnsan iki büklüm olunca rahat eder ana karnında.

Boylu boyunca uzansa da kim rahattır mezarında?

Vavın elifle münasebeti ne kadar iyiyse, kainatın dengeside o kadar düzgündür.

Kim kimi hatırlarsa evvel o ona koşar.

Kainatta tüm cisimler boşlukta dönerken insan belki o yüzden boşlukta kalmamış, Rabbi onu imanla doldurmuştur.

Evvelde eliftir, bir ilahi nefesle ahirde vav olur kainat.

Kayıkçının nasibi, Hafız Osman hediyesi


Kayıkçının nasibi, Hafız Osman hediyesi
Meşhur bir hikâyedir: Osmanlı Devleti'nin en büyük hat sanatı ustalarından biri Hafız Osman'dır. Hafız Osman, emekli olduktan sonra kafa dinlemek için o devrin en sakin semtlerinden biri olan Üsküdar'a yerleşir. Fırtınalı bir günde kayıkla Beşiktaş'a geçmek ister. Sahilden bir kayığa biner. Yol bitmek üzereyken kayıkçı ücretleri ister. Fakat Hafız Osman, yanına para almayı unuttuğunu fark eder. Tabii artık çok geçtir. Bir çare gelir aklına...
Kayıkçıya "Efendi, yanımda param yok, ben sana bir 'vav' yazayım; bunu sahaflara götür, karşılığını alırsın." der. Kayıkçı, yüzünü ekşitip söylenerek yazıyı alır. Bir zaman sonra kayıkçının yolu sahaflara düşer. Bakar ki yazılar, levhalar iyi fiyatlara alınıp satılıyor; cebindeki yazıyı hatırlar ve satıcıya götürür. Satıcı yazıyı alır almaz, 'Hafız Osman Vavı' diyerek açık artırmaya başlar. Sonunda çok iyi bir fiyata satar. Kayıkçı, bir haftalık kazancından daha fazlasını bu 'vav' ile kazanmıştır.
Gel gelelim, bir gün Hafız Osman karşıya geçmek istediğinde yine aynı kayıkçıyla karşılaşır. Yol bitmek üzereyken ücretler toplanır. Hafız Osman da parayı kayıkçıya uzatır. Kayıkçı, "Efendi, para istemez; sen bir 'vav' yaz yeter." der. Hafız Osman, tebessüm ederek cevap verir kayıkçıya: "Efendi, o 'vav' her zaman yazılmaz. Sen dua et başka bir gün para kesemi yine evde unutayım..." 

10 Nisan 2013 Çarşamba

''BARIŞ GÜVERCİNLERİ '' ŞİDDETE HAYIR KARMA SERGİSİ "9-25 NİSAN"

''BARIŞ GÜVERCİNLERİ '' ŞİDDETE HAYIR KARMA SERGİSİ
Bayrampaşa  Belediyesi sergi salonu 9-25 Nisan tarihleri arasında ziyaret edebilirsiniz.





















5 Nisan 2013 Cuma

Pumalar Hakkında


Amerika kıtasında yaşayan, “kugar” veya “dağ aslanı” olarak da bilinen yırtıcı bir memeli. Uzunluğu 120, kuyruğu 70 cm kadardır. Ağırlığı 120 kg gelenleri vardır. Dişileri daha küçüktür. Küçük ve yuvarlak başlı bu hayvanın görünüşü, dişi aslana benzer. Yelesiz, kısa tüylü postu, kırmızımsı kahverengi tondan, griye kadar çeşitli renkler alır. Burun çevresinin bir kısmı, kulak ve kuyruk ucu siyahımtrak, boyun ve karın altı beyazdır. Postu tamamen siyah olanlara nadir rastlanır. Yavruları siyah benekli doğarlar, geliştikçe benekler kaybolur.

Puma Familyası: Kedigiller (Felidae). Yaşadığı yerler: Amerika'nın dağlık ve ıssız sahralarında. Özellikleri: Boyu 1.5 metre, ağırlığı 120 kg kadar olabilen avcı bir memeli. Lekesiz postu, kahverengi-gri arasında değişir. İyi yüzücü, sıçrayıcı ve ağaca tırmanıcıdır. Ömrü: 20 yıl kadar. Çeşitleri: Yirmi yedi alt türü bilinmektedir.


Puma, mükemmel bir avcıdır. Usta sıçrayıcı, yüzücü ve ağaca tırmanıcıdır. Durduğu yerden 6 metre mesafeye sıçrayabilir. 18 metre yükseklikten yaralanmadan atlayabilir. Güney Kanada'dan, Kuzey Amerika'ya kadar uzanan bölgenin dağlık, bataklık, sahra ve yüksek ormanlarında yaşayan ve oralardaki mağaralarda barınan müthiş bir hayvandır. Geyiklerin düşmanı olarak tanınırsa da yaşlı ve üreyemeyen geyikleri avladığından, daha sağlıklı bir sürünün üremesini sağlar. Gündüzleri bir mağarada uyuklar, sazlıklarda veya ağaçların üzerinde dinlenir. Akşamları avlanır. Üreme devresinin dışında yalnız dolaşır.

Sessizce avına yaklaşarak arkadan saldırır. Ense kökü veya boynundan ısırarak öldürür, karnını deşerek barsaklarını çıkarıp gömer, ziyafetten sonra kalanını çalı-çırpı ile örterek gizler. Ertesi gün yeni bir av bulamadığı takdirde tekrar buraya döner. İnsanlara ve evcil hayvanlara saldırır. Diğer kediler gibi mükemmel bir vücut esnekliğine sahiptir. Vücudu kaslı ve çeviktir. Keskin tırnaklarını pençelerinin içine çekebilir. Avları oklukirpiden, öküze kadar değişebilir. Geyik, kurt ve genç ayılara düşkündür. Avcı ve köpeklerden kaçar. Kıstırıldığında ağaçlara tırmanır. Bu hareketiyse onun rahatça vurulmasını sağlar. Her mevsimde üreyebilir. Dişi 90 günlük bir gebelikten sonra, gizli bir inde 3-5 yavru doğurur. İki yılda bir ürerler, 20 yıl kadar yaşarlar. Küçükken evcilleştirilebilir. Büyüdükçe keskin tırnaklarıyla halı ve duvarları yırtarak zararlı olmaya başlar. 


Kaynak: Rehber Ansiklopedisi

29 Mart 2013 Cuma

Kız Kulesi

Kız Kulesi Efsanesi


Kızkulesi Adası, Kubadabad Saltanat Kentinin haremliğiymiş. Ada da çevresi sularla çevrili bir kale ile, birbirinden güzel köşklerin ortasında yüksek bir kule varmış.

İşte bu kölede cariyeleri ile birlikte Selçuklu Sultanının güzeller güzeli biricik kızı yaşarmış .

Sultan, düşünde (başka bir rivayete göre falında) sevgili kızının yılan sokması sonucu öleceğini görmüş. Yaptırdığı ve Kaleye ve içinde kuleye kızını bunun için kapatmış. Öyle ki, kuleye yılan girmesinde diye beton borularla Anasmaslar’dan Adaya su ve süt akıtılmış. (Anılan iki sıra beton boruların kalıntıları günümüze kadar gelmiştir.)

Böylece yıllar yılları kovalamış ve günlerden bir gün güzel Sultan ateşlere düşüp hastalanmış. Ülkenin en ünlü hekimleri zor bulmuşlar devasını. Sevgili Sultan yeniden sağlığına, mutluluğuna kavuşmuş. İyileşmesini kutlamak için armağanlar yağmaya başlamış kuleye. Yaşlı bir köylü kadında bir sepet üzüm getirmiş. Meğer üzümlerin içinde bir küçük yılan varmış.

Yılan o gece uykuya dalan güzel Sultanı sokup öldürmüş.

14 Şubat 2013 Perşembe

El Sanatları

El Sanatları insanoğlu var olduğundan beri tabiat şartlarına bağlı olarak ortaya çıkmıştır.İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak, örtünmek ve korunmak amacı ile ilk örneklerini vermiştir.Daha sonra gelişerek çevre şartlarına göre değişimler gösteren el sanatları, ortaya çıktığı toplumun duygularını, sanatsal beğenilerini ve kültürel özelliklerini yansıtır hale gelerek "geleneksel" vasfı kazanmıştır.
El sanatlarımızın zarif örneklerinden olan oyalar; süslemek, süslenmek amacından başka taşıdıkları anlamlarla bir iletişim aracı olarak da kullanılmaktadır.Günümüzde Anadolu'da tığ, iğne, mekik, firkete / filkete gibi araçlarla yapılan oyaların ya bordür ya da bir motif olarak tasarlanmış olanları, kullanılan araç doğrultusunda ve tekniklerine göre değişik adlar almaktadır.Bunlar; iğne, tığ, mekik, firkete / filkete, koza, yün, mum, boncuk ve kumaş artığı olarak sıralanabilir.Kastamonu, Konya, Elazığ, Bursa, Bitlis, Gaziantep, İzmir, Ankara, Bolu, Kahramanmaraş, Aydın, İçel, Tokat, Kütahya gibi şehirlerimizde daha yoğun olarak yapılmakta, ancak eski önemini kaybederek çeyiz sandıklarında varlığını korumaya çalışmaktadır.
Geleneksel kıyafetlerle birlikte kullanılan oyalarımızın yanı sıra takılarda dikkat çekici aksesuarlardandır. Anadolu'da yaşamış tüm uygarlıklar değerli ve yarı değerli taşlarla metalle birlikte veya ayrı işleyerek sanatsal nitelikli eserler üretmişlerdir.Selçuklularla birlikte gelen değişik üslupların en önemlisi Türkmen takılarıdır.Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise imparatorluğun gelişimine paralel olarak mücevhercilik önem kazanmıştır.
Anadolu'da Tunç Çağında bakır, kalay katılarak tuncun elde edilmesinden sonraki dönemlerde bakır, altın, gümüş gibi madenler de dövme ve dökme tekniğiyle işlenmişlerdir.En çok kullanılan maden bakırdır.Maden işçiliğinde dövme, telkari, kazıma (kalemkar), çekiç işi kakma, küftgani, savatlama, ajur kesme gibi teknikler kullanılmaktadır.

NAR -Bolluk bereketin simgesi-

Eski Mısır`da nar, din adamları tarafından kutsal sayılmış ve motif olarak kullanılmıştır. Mimari figürlerde de nar işlemelerine rastlanır. Bazı toplumlarda nar tanelerinin yaşam sembolü olduğuna da inanılır.
http://kedisanatgalerisi.blogspot.com/
Çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane bilmecesine yanıt getiren narın bereketini bu atasözünden başka hiçbir ifade bu kadar net anlatamaz... Bereket, birin bin olması halidir. Başka bir deyişle binin gücüyle yapılabilinecek işlerin, birin gücüyle yapılabilmesidir.

Nar bir meyve olmasının çok daha ötesinde; rüya tabirlerinden kök boyaya, bilmecelerden sembollere kadar pek çok alanda yaşam bulmuştur. Nar, gizli öğretilerin kapılarını açabilecek kadar derin bir manaya sahiptir. Tabii bu noktada düşünenler için çok derin bilgiler vardır. Epistemolojik olarak narın açılımı, incir ve üzüm gibi tek köke bağlı, çok taneli bitkiler bereket anlamını destekler niteliktedir. 

Eski Mısır`da nar, din adamları tarafından kutsal sayılmış ve motif olarak kullanılmıştır. Mimari figürlerde de nar işlemelerine rastlanır. Bazı toplumlarda nar tanelerinin yaşam sembolü olduğuna da inanılır.

Antik Yunan`dan, semavi dinlerin sonuncusu olan İslamiyet`e (Rahman Suresi) kadar tüm yaşayan ve yok olmuş inanış ve toplumsal kültlerde narı görmekteyiz. 

Nar, sembolik bir meyvedir. Anadolu`da kullanıldığı alanlarda bereketi temsil eder. Ayrıca dönemin bereket tanrıçası olarak ifade edilen kült hangisi ise (Kybele ve diğerleri), onun elinde ya da etrafında nar figürüne yer verilir. Nar ayrıca doğumu, çoğalmayı da temsil eder. 

Anadolu`da birçok inanç ve adetin konusu olmuştur. Anadolu geleneklerinde evin içinde nar patlatmak vardır. Yere atılan nar parçalanıp taneleri dağılır. Böylelikle eve bereket getireceğine inanılır.

Osmanlı kültüründe; nar, sevilen kıza gönderilerek evlenme teklif edilir. "Şu gelen yar olaydı, elinde nar olaydı" türkü sözüyle ifade edilen durum da bu geleneğe ilişkin bilgilerimizi desteklemektedir. 

Günümüz verileriyle ispatlanmış olarak nar kalbe güç vermektedir. Rengi itibariyle de kalbi andıran nar, bağışıklık sistemini de güçlendirmektedir. 

Nar Farsça`da ateş anlamına gelmektedir. Aşkın tecelli bulduğu yer olarak kalbe baktığımızda bu sefer tasavvuf manalarına doğru yola çıkarız. 

Kısacası nar dediğimizde bilgi açısından da bereket dolu bir denize doğru yelken açmış oluyoruz. Her nefsin nar bereketiyle bilgilenmesi dileğiyle.
Yazan: Elif Oktav Erdemli/bollukbereket.com

Galata kulesi


Galata Kulesinin ne zaman yapıldığı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, Kulenin İsa’dan sonra 507 yılında imparator Lustinianos zamanında inşa edildiği iddia edilmektedir. Aynı zamanda Cenevizliler tarafından İsa Kulesi, Bizanslılar tarafından Büyük Kule olarak anılan yapıya, günümüz dekine yakın şeklini, 1348 yılında Cenevizliler vermiştir. 1509 depreminde büyük zarar gören Kule, devrin ünlü Osmanlı mimarı Hayrettin tarafından onarılmıştır. Ayrıca; Kule, Kanuni Dönemi’nde Kasım paşa Tersanesinde çalıştırılan mahkum işçiler için hapishane olarak da kullanılmıştır.16 yy.ın sonlarında ise; müneccimbaşısı Takıyeddin Efendi, Kulenin tepesine bir rasathane kurmuştur. Bir dönem bu şekilde kullanılan Galata Kulesi, 3. Murat tarafından kapatılır ve Kule tekrardan hapishaneye dönüştürülür.
 
4. Murat zamanında 1638 yılında; Hezarfen Ahmet Çelebi, kollarına kanat takarak, Galata Kulesinden Üsküdar’ a o meşhur uçuşunu gerçekleştirir. 17 yy. a doğru mehterhane takımına ev sahipliği de yapan Kule; 1717den sonra artan İstanbul yangınlarıyla baş edebilmek için yangın gözetleme kulesi olarak da kullanılmıştır. Ama ne yazıktır ki Kule 1794 senesi kendisi de yanmaktan kurtulamamıştır.

Üçüncü Selim zamanında; Galata Kulesi onarıldıktan sonra, Kulenin üst katına bir cumba eklenir.1831’de kule bir yangın daha geçirir. Bu sefer 2. Mahmut; Kulenin üzerine iki kat daha çıkar ve külah biçiminde olan ünlü dam örtüsüyle Kulenin tepesi kapatılır. O dönem onarımla alakalı olarak, Pertev Paşa’ nın bir de yazıtı Kule’ye yerleştirilir. 1875 yılında kuvvetli bir fırtınadan sonra, Kulenin tepesindeki külahımsı çatı uçar ve daha sonra 1960 yılında tekrardan onarılır. Günümüzde, Kule özel bir şirket tarafından sadece turistik amaçlı işletilmektedir. 7 katı asansörle, 2 katı da yürüyerek çıkıp, Kulenin en üst katındaki restoranın içinden geçtikten sonra, Kuleyi çepeçevre saran balkona ulaşılır. Bu balkonun sunduğu İstanbul ve Boğaziçi'
ni izlemeye doyum olmuyor.

Günümüzde Galata Kulesi’nin yüksekliği 66,90 metre, dış çapı 16.45 metre, iç çapı ise 8.95 metredir. Duvar kalınlığı da  3.75 metre civarındadır.    

Semazenler


Semazen tasavvuf dergahında sema yapan kişiye verilen bir addır.

Semazen üstündeki siyah hırkayı çıkararak, sembolik olarak, hakikate doğar kollarını bağlayarak bir rakamını temsil eder. Böylece
Allah'ın birliğine şehadet eder.
Semazenler tek tek şeyh efendinin elini öperek izin alır ve sema'a başlarlar.
Sema', her birine “selam” adı verilen dört bölümden oluşur ve semazen başı tarafından idare edilir. Semazenbaşı, semazenlerin dönüşlerini kontrol ederek intizamı temin eder.
I. Selam, insanın kendi kulluğunu idrak etmesidir.
II. Selam, Allah'ın büyüklüğü ve kudreti karşısında hayranlık duymayı ifade eder.
III. Selam bu hayranlık duygusunun aşka dönüşmesidir.
IV.Selam ise insanın yaratılıştaki vazifesine yani kulluğa dönüşüdür. Çünkü İslam' da en yüce makam, kulluktur.
IV.Selam'ın başlaması ile “postnişin” yani şeyh efendi de hırkasını çıkarmadan ve kollarını açmadan sema'  ya  girer. Postundan sema' meydanının ortasına kadar dönerek gelir ve yine dönerek postuna gider. Buna “Post Sema'ı” denir.
Bu arada IV. Selam bitmiş, Son Peşrev ve Son Yürük semai çalınmış, son taksim yapılmaktadır.
Şeyhin posttaki yerini almasıyla Son Taksim de sona erer ve Kur'an-ı Kerim'den bir bölüm yani “Aşr-ı Şerif” okunur. Son dualar, Allah'ın adı olan “Hu” nidaları ile son selamlaşmalarla Sema' Töreni sona erer. Şeyh Efendi'den sonra semazenler ve mutrıp da şeyh postunu selamlayıp semahaneyi terk ederler..

31 Ocak 2013 Perşembe

Kitap ayracı

Her şey sizin kendinizi özel hissetmeniz için

                                Ebru sanatı ile yapılmış kitap ayraçları